Şili’de 21 Kasım’daki seçimle temsilciler meclisi, senato ve devlet başkanlığı oylanacak. Yeni anayasa hazırlıkları sürerken yapılacak seçim, ülke solu için de bir imtihan.
Tam iki yıl önce ulaşım zamlarını protesto eylemleri ile başlayan süreç, kitlesel eylemliliklere evrilmiş ve halkın Pinochet darbesinden beri altında ezildiği neoliberal sisteme karşı isyanına dönüşmüştü. Sağcı başkan Pinera’nın polis şiddetiyle dahi önüne geçemediği eylemlerin sonucunda ülkede anayasa değişikliği bir mecburiyet haline geldi.
Referandum ve kurucu meclis seçimlerinin ardından Şili halkı, Pinochet anayasasının değişmesi ve bu değişimin de çoğunluğu solcu isimlerden oluşan bir kurucu meclis tarafından yapılmasını oyladı. Pinochet anayasasının neoliberal tahakkümü sebebiyle dünyada gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden olan Şili’de halkın önce sokak sonra da seçimle bu sistemden çıkışı yüksek sesle bildirdiği bir süreçte, şimdi de seçim yapılacak.
Yüzde 1’lik en zengin kesimin toplam gelirin üçte birine sahip olduğu ülkede, halkın en önemli talebi, kamunun sermaye üzerinde gerçek bir kontrolü olduğu, gelir dağılımının adil düzenlendiği bir sistem değişimi. Anayasayı oylayacak 155 sandalyeden 101’ini oluşturan ilerici adaylar da bu taleple seçildi. Solun ortaklaştığı aday olan Gabriel Boric, anketlerde yüzde 26 ile zirvede. Komünist Parti ve kimi sosyalist partilerin belli çekinceleri olsa da görünen, seçimlerde solun ortak adayının Boric olacağı. Boric, 2012’de ülkeye damga vuran öğrenci eylemlerinde ön plana çıkan isimlerden. Camila Vallejo da o dönemin öğrenci liderlerinden biri olarak geçmişte kongreye girmişti. Boric de seçilirse ülkenin en genç cumhurbaşkanı olacak.
Ancak toplumsal mücadelelerin içerisinden çıkan liderlerin, düzen siyaseti içerisinde nasıl savrulabildiğine dair yakın dönemden birçok tecrübeye sahibiz. Camila popülerliğini kongre adaylığına kanalize etmesiyle eleştiri konusu olmuştu. Nitekim şu an kongrede 2. döneminde ancak Camila ismi nostaljik bir çağrışıma dönüşmüş durumda. Boric’in isminden önemli olan, bu isimde birleşen solun ortaklaştığı ilkeler. Ağırlığı sosyal demokratlardan değil, sosyalist bir soldan kurulu olan ittifak, 2 yıllık mücadele ve anayasa sürecinin sonunda ülkede başı çekecek güce ulaşmış durumda. Ancak bu gücün, hangi talepler çerçevesinde seçimlere kanalize edileceği ise tartışma konusu. Solun Boric adaylığı etrafında sunduğu program, gelir vergisi, belli başlı iyileştirmeler ve demokratik reformların ötesine geçmiyor. Boric’in anket başarısının büyüsüne kapılan solun, bu başarının arkasındaki toplumsal güçlerin taleplerini ne kadar doğrudan yansıtabildiği bir tartışma konusu. Üstelik bu seçimlerin, yine toplumsal yükünün solun üzerinde olduğu bir anayasa değişikliği sürecinde olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Ülkenin ezici çoğunluğu, halka yoksulluk dışında bir şey vadedemeyen Pinochet anayasasının değişmesi için çoğunluğu ilerici güçlerden oluşan bir kurucu meclisi görevlendirmişken, şimdi de politika üretme görevi için de yine solun adayına şans tanıyor. Boric bu anlamda bugün ülke tarihinde belki Allende döneminden beri ilk kez bu kadar büyük bir fırsatın merkezinde duruyor. Halk, Amerikancı darbe ve ardından gelen neoliberal dönüşümün yarattığı yıkıma karşı ilk kez bu kadar bütünlüklü olarak sol bir çıkışı işaret ederken, Boric’in ancak sol liberal bir program vadediyor olması açıkçası bir hayal kırıklığı. Gelir vergisi, yeşil politikalar, emniyet reformu her ne kadar kulağa güzel gelse de egemen güçlere karşı neredeyse 50 yıl sonra ilk kez bu kadar büyük taban desteği bulan solun, bu şansı sisteme yönelik bütünlüklü bir çıkışı işaret etme cüretine sahip olmaması tarihi bir hata olur. Üstelik kurucu meclis, neoliberal hegemonyadan yapısal bir çıkışı tasarlayabilecek durumdayken buna yaslanan bir programdansa liberal tınıları yüksek bir politik pozisyonun halkın taleplerini tatmin edici düzeyde karşılama şansı yok. Boric’in şahsında da geçmişte Nikaragua ve Venezuela konusunda aldığı sağcı pozisyonu da hatırlamak önemli. Bolivya, Arjantin, Nikaragua, Venezuela… Tüm bu ülkeler bağımsızlığını, kamucu refah politikalarını ancak Amerikan emperyalizmine karşı pozisyon alarak sürdürebilirken bu ikilikte keskin bir taraf almayan bir solun, neoliberal ekonomi modelinin en çok üzerine titrediği, bir zamanlar örnek ülke olarak işaret ettikleri Şili gibi bir ülkede hakiki bir değişim yaratabilmesi de mümkün değil. Şili solu, seçimlerle birlikte önemli bir sınav verecek. Kurucu meclisteki gücünü de kullanarak neoliberal Amerikancı sistemden bütünlüklü bir kopuş hiç olmadığı kadar mümkün. Zayıf, sol liberal tınılarda bir politikayla emperyalizm ve yoksul halk arasında ara bulma uğraşı ise ancak solu bir 50 yıl daha hatırlanmak istenmeyecek tatsız bir anıya dönüştürür.
solsiyaset.org’dan alınmıştır.