Aleksiyeviç’in Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabı, II. Dünya Savaşı sırasında savaşan kadınların cephesinde neler yaşandığını belgeliyor. Kitapta hamasetle anlatılan duygular, hayrete şayan kahramanlıklar yok.
Filiz GAZİ
Güç kadının elinde olsaydı dünya tarihi nasıl olurdu? Her ne kadar adı ataerkil düzen olsa da güç zehirlenmesi denilen şey ‘erkeklikse’, durum belki de değişmezdi. ‘Kanun biziz’ cümlesinin noktası konmadığı için gelecek kuşaklar sorunun yanıtını muhtemelen öğrenebilecek. Nazilerin yenilgiye uğratılmasında büyük payı olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) en az yirmi milyon insan hayatını kaybetti. 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in ilk sözlü tarih çalışması Kadın Yok Savaşın Yüzünde, II. Dünya Savaşı’nın kadınların cephesinden nasıl göründüğünü anlatıyor. Kadın piyadelerin, sıhhiyecilerin, partizanların, keskin nişancıların, çamaşırcıların, kadın cerrahların, pilotların gözünden anlatılan savaşı farklı kılan, kadınların gündelik ayrıntıları da kelimelere dökmeleriydi.
TABURDA KADIN OLMAK
Ve elbette; erkekliğin tüm çıplaklığıyla tezahür edebileceği savaş ortamında yüzlerce erkek arasında kadın olmanın zorluğunu anlatanlar var: “Nöbetçi olduğum gecelerden birinde ağır yaralıların koğuşuna uğramıştım. Bir yüzbaşı yatıyordu. Doktorlar, gece öleceği konusunda uyarmıştı beni. ‘Sabaha çıkmaz,’ demişlerdi… ‘Söyle’ dedim ona, ‘Senin için yapabileceğim bir şey var mı?’ Hiç unutmam… Birden gülümsedi, perişan yüzünde aydınlık bir tebessüm belirdi: ‘Gömleğinin önünü açsana…’ dedi. ‘Bana göğsünü göster… Karımı görmediğim o kadar çok oldu ki…’ Ne yapacağımı şaşırdım, daha kimseyle öpüşmemiştim bile. Bir şeyler söyledim cevaben. Kaçtım yanından, bir saat sonra döndüm.”
“Sadece komutanlar cüret edebilirdi, sıradan askerlere düşmezdi. Disiplin. Bu konu konuşulmaz… Ayıptır… Yok… Mesela ben taburda tek kadındım, ortak zeminlikte kalıyordum. Erkeklerle birlikte. (…) Geceleri el kol sallamaktan uyanırdım, ona buna tokat atmaktan, ellerini itmekten. Yaralanıp hastaneye düştüğümde, orada da ellerimi sallıyormuşum. Geceleyin bakıcı kadın uyandırırdı: ‘Neyin var senin?’ Kime anlatabilirsin?”
İNSANLAŞAN SAVAŞ
Çocukluktan itibaren savaşmaları gerekebileceğine hazırlanan erkekler ile perde arkasında durmaları tembihlenen kadınlar… Svetlana Aleksiyeviç “Olup bitenleri başka bir şekilde anımsıyorlar” diyor. “Erkeklere kapalı olanı görebiliyorlar. Tekrara düşmek pahasına: Kadınların savaşının kokusu, rengi, gündelik ayrıntıları var: ‘Bize verdikleri sırt çantalarından kendimize etekler diktik’, ‘askerlik şubesinin bir kapısından elbiseyle girdim, diğerinden pantolon ve asker gömleğiyle çıktım, saç örgümü kestiler, kafamda bir perçem kaldı…’” Kadın Yok Savaşın Yüzünde, hamasetle anlatılan duygular, hayrete şayan kahramanlıklar, kanlı övgüler yok. Kadınların anlattığı savaşın ‘insanlaştığı’ fark ediliyor. Çıkmayan kan lekesini anlatan çamaşırcı kadın “Pamuklu ceketler kışın ağırlaşır, üzerlerindeki kan donar çünkü” diyor. Savaşın siyah beyazlığı içinde turna sürüsünü anlatıyor başka bir kadın. Ve aşkı anlatan kadınlar: “Sanırım aşık olmasaydım savaştan sağ çıkamazdım. Canımı kurtardı. Aşk kurtardı beni…” Aleksiyeviç’in konuştuğu kadın askerler arasında sıradan bir askerden farklı olmayan kadınlar da var. Ancak şu söylenebilir: Savaşın tarihinin yazıldığı erkeğin düzeni patriarka en çok da gücünü militarizmden alıyor. Kadınların söz sahibi olduğu yerde ise savaşın sürdürebilirliğinin mümkün olmadığı görünüyor. Savaşın imkânsızlığını yaratan kadın, tarihi de bambaşka yazabilir. En azından böyle bir ihtimal var. Bunu dünyadaki antimilitarist mücadele içinde yer alan kadınlardan anlayabiliyoruz.
MİLİTARİZME KARŞI
Güneş Daşlı, Nisan Alıcı ve Ulrike Flader tarafından hazırlanan ‘Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri’ adlı çalışma sırasıyla Sırbistan, Kosova, Sri Lanka ve Suriye’deki kadınların barış mücadelelerini anlatıyor. Kitabın çıkış noktası, her savaş sonrasında halkların bir gün ülkeyi şiddete sürükleyen sebeplerle yüzleşmek zorunda olması. Çalışmada birçok kadın hareketinin yanı sıra, esas olarak Sırbistan’da antimilitarist mücadeleyi sokak hareketleriyle inşa eden Siyahlı Kadınlar, Kosova’da savaş sonrasında cinsel şiddete maruz kalan kadınlarla uzun süredir çalışmalar yürüten Medica Kosova, Sri Lanka’da kayıp annelerinin örgütlendiği Savaştan Etkilenen Kadınlar Derneği yer alıyor.
DAİMA İTAATSİZ
1991 ve 1999 yılları arasında eski Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti topraklarında şiddetli çatışmalar yaşandı. Sırbistan, Yugoslavya’nın federe cumhuriyetlerinden biri olarak Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Kosova ile birbiri ardına çatışmalara girdi.
Siyahlı Kadınlar, 9 Ekim 1991’de feminist bir örgüt olarak kuruldu. Belgrad’ın merkezindeki Cumhuriyet Meydanı’nda toplanan kadınlar savaş döneminden beri protestolarda üç sembol kullanılıyordu: Bedenleri, siyah renk ve sessizlik. Mülakat yapılan kadınlardan biri bu üç sembolü şöyle anlatıyor: “Bedenimizi [siyasetimizi] Arjantin’deki Mayıs Meydanı annelerinden aldık. Anneler devlete boş bedenler gösteriyorlardı, çünkü devlet çocuklarını ellerinden almış. “Başka bir şeyimiz yok, yalnızca boş bedenlerimiz var.” İkincisi siyah renk. Siyahı Güney Afrikalı beyaz kadınların oluşturduğu bir gruptan alıyoruz. Apartheid rejimini protesto edip siyahlarla dayanışma gösteriyorlardı. Üçüncü sembol ise sessizlik. Bunu da İsrailli Siyahlı Kadınlar’dan aldık.”
Siyahlı Kadınlar, Sırbistan hükümetinin savaş politikalarına karşı ilk sessiz nöbetlerine başladığında “Bizim Adımıza Değil” sloganını kullanıyordu. İkinci sloganları ise “Daima İtaatsiz” idi.
Siyahlı Kadınlar, vergi ödeyerek bütçesini oluşturdukları devletin girdiği savaşlardan ve işlediği suçlardan kendilerinin tamamen azade olmadığı düşüncesinden hareket ettiler: “Bizim kendimizi Sırp milleti olarak görmemizin tek sebebi Sırp pasaportlarına sahip olmamız ve sorumluluk hissi. (…) Savaşı desteklemiyorduk. Ama biz vergi ödüyoruz, Sırbistan devleti de bu parayla savaşa giriyor. Arada bir bağlantı var. Savaştan sorumlu olmadığımızı söyleyemeyiz. Hepimiz sorumluyuz çünkü hepimizin pasaportu var, hepimiz vatandaşız.”
Son birkaç yıldır Siyahlı Kadınlar’ın çalışmaları, Afganistan ve Suriye’den gelen mültecilerle dayanışmaya evrilmiş durumda.
MİLOSEVİÇ’LE YÜZLEŞME
Medica Kosova, savaştan hemen sonra, 1999’da kuruldu. Savaş esnasında travmatik deneyimler yaşamış, özellikle de cinsel şiddete maruz bırakılmış kadınlara destek sunuyor.
Medica Kosova, 1999’da toplu tecavüze maruz bırakılmış ve katliama tanıklık etmiş birkaç kadını Yugoslavia Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (ICTY) ifade vermeleri için hazırlamış, olayla ilgili tüm delilleri mahkemeye sunmuştu.
Fakat bu başarı hayal kırıklığıyla sonuçlandı: “Mağdurlar Miloseviç’le yüzleşmek zorunda bırakılmıştı. Daha da önemlisi, mahkeme bittikten sonra mağdurların kimlikleri açık edilmiş ve güvenliği kalmayan bu kadınlar Kosova’dan ayrılmak ve başka ülkelere yerleştirilmek zorunda kalmıştı.”
Anlatılanlardan öğrendiğimiz bir başka korkunçluk ise Bosna’daki kadınların zorla evlerde tutulup askerlerin tecavüz ettikten sonra yemek yapmaya zorlandıkları. Medica Kosova, Sırp askeri ve paramiliter güçlerin evlerine girdikleri aileleri de ziyaret etmiş, tecavüze maruz bırakılan kadınlarla konuşmaya çalışmış.
MÜZAKEREDE ARACI OLDU
Etnik çatışmaların yaşandığı Sri Lanka’da feminist kadınlar ve kadın örgütleri, antimilitarist mücadeleyi daha çok 1980’lerde gündemlerine aldılar. 1983 yılında, ülkedeki baskın Sinhala milliyetçiliğinin karakterine sahip devlet ile Tamillerin kurduğu silahlı örgüt (Tamil Kaplanları) arasındaki savaşın başlamasıyla barış mücadelesi giderek daha belirgin hale geldi. 1980’lerde barış odaklı çalışan 15’ten fazla kadın örgütü kuruldu. Bunlardan en etkin olanı, 1984 yılında oluşan Barış için Kadınlar (Women For Peace) idi.
Oğlu askerliğini yaparken hayatını kaybeden Visaka Dharmasa, Savaştan Etkilenen Kadınlar Derneği’nin (Association of War Affected Women) kurucularından biri oldu. Müzakere sürecinde, güven duymadıkları için doğrudan hükümetle görüşmek istemeyen Tamil Kaplanları, Visaka’dan mesajlarını iletmek için aracı olmasını istemişti.
Dünyanın farklı yerlerindeki mücadeleler birbirine ilham verirken milliyetçiliğe, faşizme karşı direnen kadınların deneyimlerini tekrar hatırlamak, barış politikalarını sürdürebilmek için bir hayli anlamlı.
Neden BirGün?
Bağımsız bir gazete olarak amacımız, insanlara hakikati ulaştırarak ülkede gerçek bir demokrasi ve özgürlük ortamının yeşermesine katkı sunmak. Bu nedenle abonelikten elde ettiğimiz geliri, daha iyi bir gazeteciliği hayata geçirmek, okurlarımızın daha nitelikli ve güvenilir bir zemin üzerinden bilgiyle buluşmasını sağlamak için kullanıyoruz. Çünkü banka hesabını şişirmek zorunda olduğumuz bir patronumuz yok; iyi ki de yok.
Bundan sonra da yolumuza aynı sorumluluk bilinciyle devam edeceğiz.
Bu yolculukta bize katılmak ve bir gün habersiz kalmamak için
Bugün BirGün’e Abone Ol.
BirGün; seninle güçlü, seninle özgür!
BirGün’e Destek Ol